Interviews

Gönül Dergisi

CERN’e Kabul Edilen İlk Tıp Öğrencisi Ahmet Serdar Mutluer İle Söyleşi

Ahmet Serdar Mutluer Kimdir?

Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi 4. sınıf öğrenci olan Ahmet Serdar Mutluer aynı zamanda üniversitede Öğrenci Konseyi Başkanlığı yapmaktadır. İstanbul doğumlu olup aslen Karslı olan Mutluer, ailesinin tek çocuğudur. Hazırlıkla birlikte, bu yıl üniversitede 5. yılında olan Mutluer, daha öncesinde, öğrencilik zamanlarının belirli dönemlerinde Uluslararası Kimya Olimpiyatlarına, elektrik-elektronik devrelere ve hobiyle başlayan bilgisayar programcılığına ilgisi olup bunun neticesinde birtakım projelerin başlamasında yer almıştır. Aynı zamanda mühendislik yarışmalarında Türkiye birinciliği derecesi olan ve geçen yıl, 2016 TÜBİTAK Türkiye Bilimler Akademisi En Genç Bilim Adamı Ödülüne sağlık kategorisinde aday gösterilen, bunların da devamında birtakım proje ve çalışmalar yürütmekte olan Ahmet Serdar Mutluer ile güzel bir söyleşi yaptık.

CERN’e kabul edilen ilk tıp öğrencisi sizsiniz. Bu süreç nasıl oldu? Bu süreci anlatır mısınız bize?

Bu süreci şöyle anlatayım. Ülkemizin 2015 yılında CERN Nükleer Araştırma Merkeziyle bir üyelik anlaşması mevcut. Bu üyelik anlaşması neticesinde, ülkemize bilgi ve teknoloji transferini sağlamak adına, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinde bir CERN İrtibat Ofisi kuruldu. Bu ofisin lideri Hakan Kızıltoprak Bey, kendisi, üniversitelere bir bildiri göndererek sanayiden, üniversitelerden, çeşitli çevrelerden bilim insanlarını irtibatlandırarak ülkemize bilim ve teknoloji transferini sağlamak adına bir program gerçekleştirdi. Bu program çerçevesinde bizim üniversitemize de bir bildiri gönderildi. Aslında bu, teknik alandaki üniversiteleri ilgilendiren bir şeydi. Çünkü genellikle CERN Nükleer Araştırma Merkezi, parçacık fiziği, yüksek fizik gibi uygulamaları, temelde dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarıdır.

Bizim üniversitemiz sağlık temalı tematik bir üniversite; sadece sağlıkla ilgili bölümlerin bulunduğu ve mühendislik fakültesinin olmadığı bir üniversite. Yalnız, mühendislik alanlarına ilgim, bu alandaki çalışmalarım ve başarılarım neticesinde, burada çalışmalarımı yürüttüğüm Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Teoman Aydın hocam, sağ olsun, kendisi bu daveti değerlendirdi ve benim orada bir çalışmaya katılarak, ülkemiz adına daha da güzel çalışmalara imza atabileceğim tavsiyesinde bulundu. O tavsiyeyi değerlendirdim.

Daha sonrasında, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğindeki Hakan Bey’le bu durumu paylaştık, iletişime geçtik. Onun vasıtasıyla, onun büyük destekleriyle ve aynı zamanda üniversitemin, rektörümün, hocalarımın destekleriyle bir başvuru süreci başlattım. Orada, internship programı, yani bir eğitim programında CERN sizi bir araştırma projesine dâhil ediyor. Orada Neuroscience alanında çalışan bir hocanın yanında bir projeye dâhil oldum. Bu yaklaşık 5 aylık bir süreçti. Mülakatlar, CV’ler, referanslar, yapmış olduğumuz projeleri anlatan uzun bir süreçti ve bu süreçte genellikle karşılaştığım soru şuydu: “Sen bir tıp fakültesi öğrencisisin; bir parçacık fiziği laboratuvarında ne yapabilirsin? Biz, tıp alanıyla da alâkalı çalışmalar yürütüyoruz, ama daha çok bunu bünyemizde bulunan fizikçiler bir proje gerçekleştiriyor ve bunu son ürün olarak tıp dünyasına, yani doktorlara sunuyoruz. O şekilde bir bağımız var. Direkt bünyemizde çalışan bir tıp bölümü mevcut değil.” şeklindeydi. Açıkçası ben, orada kararlılığımı ve azmimi gösterdim. Bu alanda yapmış olduğum projeleri, o alana olan ilgimi, o üretilen projelerde de bulunabileceğimi, bana vizyon katacağını, daha da güzel projelere yol açacağını belirttim. Bunu değerlendirmeleri sonucu, dünyada ilk defa, bir tıp fakültesi öğrencisi olarak, medikal kökenli bir öğrenci olarak orada bir araştırma projesine dâhil edildim. Bu, gerek benim adıma gerek ülkem adına gayet güzel bir durum oldu. Sağ olsunlar çok güzel yerlerden, çok güzel insanlardan, çok güzel noktalardan ve kurumlardan tebrik ve takdirler topladım.

CERN, size neler kattı?

CERN’in bana neler kattığıyla alâkalı, bugün burada sabaha kadar konuşabiliriz. Vizyon olarak bahsettiğimizde, her şeyden önemlisi, çalışmanın çok önemli olduğuna inanırım ama bir insan çalışırken, üretirken, taşları üst üste koyarken, eğer o taşların ulaşacağı belli bir hedefi yoksa ve bir vizyonu, bir görüşü yoksa, o noktada, bir yerlerde tıkanıp kaldığına çok fazla şahit oldum. Vizyon olarak, tecrübe olarak bana çok engin tecrübeler kattı. CERN sayesinde, dünya çapında birçok bilimsel kurum ve kuruluşlar, bilim insanlarıyla tanışma fırsatı elde ettim, onların tecrübelerinden faydalandım ve hâlâ bu süreç devam ediyor. Sürekli yeni insanlarla tanışarak tecrübeler ediniyorum. Gerçekten alanında iyi işler yapan insanlarla tanışıyorum. Oradaki çalışma ortamı ve disiplini görünce, bana kendi ülkemle kıyaslama ve biz nerede yanlış yapıyoruz, nerede eksiğiz, bunları görebilme fırsatını verdi. Kendi küçük dünyamda neler yapabilirim düşüncesinin ufkunu açtı. Bu noktada, bugüne kadar üzerimde emeği geçen tüm insanlara buradan teşekkürlerimi ve minnet duygularımı iletiyorum.

Başarılı birisiniz, aynı anda pek çok projeyle ilgilenip eğitiminize de devam ediyorsunuz. Başarınızın sırrını ne olarak görüyorsunuz?

Sağ olsunlar, çevremdeki arkadaşlarım beni çok başarılı olarak addediyorlar. Bu dışarıdan görünen kısmı. Şöyle ifade edebilirim: Belki 10 tane başarılı proje veya dışarıda görünen bir olay varsa, 100 tane de başarısızlık var. Burada bence başarının tanımı çok önemli. Biz toplum olarak, çağımızda, kapitalist dünyada -bizlere aşılanan hep oydu- başarıyı her zaman pragmatist bir şekilde, sonunda illaki pozitif bir faydası olan bir şey olarak tanımlıyoruz; yani sadece belli bir hedefe ulaşma, o hedefe ulaşırken hiçbir şeyin önemli olmadığı, her şeyin feda edilebildiği ve hırs gibi duygularla ortaya konulan bir şey. Ben kendi çalışmalarımda, yani kendi hayatımda öncelikle başarının tanımını değiştirdim. Benim için başarı çok daha farklı. Bu uzun zamandır böyleydi. Bunu şöyle açıklayayım: Sizin başarıdan kastınız, eğer bir şey pragmatik olarak iyi bir sonuca bağlanıyorsa ve bu, size pozitif bir etki yapıyorsa, bir işi bitirdiğinizde bu sizde bir egoya, rehavete, çeşitli şeylere sebep olabilir. Hakeza başarısız olduğunuzda o sizde bir mücadele ruhunun kırılması, içe kapanmaya sebep olabilir. Bu, üretkenlik açısından çok zararlı. Bence hayattaki en büyük başarı, ilerlediğinden emin olmak ve attığın adımlardan emin olmak. Ben her zaman her projemde bunu gerçekleştirdim, yani hayatımın her alanında. Eğer ben bir işi yapıyorken adımlarımı çok düzgün atıyorsam, tekrar tekrar kontrol ederim. Kendi üzerinden geçtiğim noktaları ve attığım adımlardan, gittiğim yolun doğruluğundan eminsem, takdiri ilahi diyeceğim. Birazcık sonucundan kendimi ayıklamam önemli. Sonucundan, kendimi o noktada birazcık ayıklıyorum. Çünkü hayattaki başarı ve başarısızlık arasındaki o ince çizginin gerçekten çok ince olduğunu fark ettim. CERN’e kabul olma süreci -o dönem üniversitem çok yoğundu mesela, derslerim bayağı zorluyordu- tam tersi şeklinde de olabilirdi.

Tıp fakültesi dersleri gerçekten yoğun. Hatta geçen yıl, bu işlerle ve çeşitli projelerle uğraştığımdan dolayı derslerimde sıkıntılar yaşadım. Eğer diğer türlü olsaydı, başarısız bir öğrenci, hatta sınıfta kalmış bir öğrenci de olabilirdim. O süreç içerisinde o farkı gördüm ve kendimi değerlendirdim. Son yıllarda özellikle haftanın 7 günü çalışıyorum, günlük 3-4 saatlik uykuyla duruyorum. Bugün mesela, bir 4.0 uygulama yapan çoğu arkadaşımdan belki 3-4 kat daha fazla çalışıyorum. Bunun sonucunda belli bir şeyler kazanabilirdim veya kaybedebilirdim de. Ama önemli olan, o süreçte her zaman elimden geleni yaptım, çalıştım. Sonunda da nasip olan şeyin tamamen benden bağımsız olduğuna inanıyorum.

Genç arkadaşlara iyi bir kariyer yapmaları için ne tavsiye ediyorsunuz?

Öncelikle dünyaya bir bakmak lazım. Şu an tıp alanında da ne yazık ki sektörleşen bir tıp dünyası var. Her alanda öyle, eğitim alanında hakeza. Yani kapitalist dünyanın içerisinde şu anda yetiştirilen insanlar sadece belli kalıpları doldurmaya yönelik, en amiyâne tabirle ihtiyacı karşılamaya yönelik insan modelleri var. Bugün ülkemizde 30 bin tane doktor açığı oluyor; hemen birkaç tıp fakültesi açıp belli eğitimleri verip “doktor” yetiştiriyorlar. Hâlbuki bizim kültürümüzde olan, geçmişten bugüne kadar gördüğümüz, toplumda var olma, bir değer ifade etme; yani tıp alanında bunun tanımı hekim olmak. İnsanların değer yargıları değişebilir, herkesin farklı değer yargıları vardır; ama şu andaki en büyük ortak değer yargımız, pragmatizm, çıkar, fayda. Herkesin bu dünyada birtakım görevleri var; bunları gerçekleştirmeye çalışmanın sonucunda değerli bir insan oluyorsunuz, değer ifade ediyorsunuz. İslam’da, kâmil insan olmak diyoruz. Diğer alanlarda farklı tanımları var. Kariyer alanında, o alanda ilerlemek. Bugün mesleğiniz herhangi bir meslek olabilir; doktor, mühendis, öğretmen. Zanaat anlamında, mühendislik anlamında halka hizmet veren, insanlarla bir iletişim hâlinde bulunan, insanlığa bir şey katan noktada, bir kişi olmak önemli. Ama sizin oradaki kimliğiniz çok önemli. Mesela, Öğretmen Ferhat Bey, gerçekten bulunduğu noktada bir farkındalık yaratıyorsa, iletişimde bulunduğu öğrencilerine, velilerine, komşularına… Buna bir öğrenci gözüyle de bakabiliriz. Bugün herkes bir şekilde etrafına bir rol model oluyor. Lisede okuyan öğrencilerin rol model aldığı, üniversitede okuyanlardır; onun bilinciyle yaşamak.

Kariyer seçiminde illa sadece ekonomik getirileri ve diğer alanları düşünmek yerine, hayatta mutlu olabileceğiniz ve kendinizi ifade edebileceğiniz bir kariyer seçmek bence çok önemli ve değer katmak, değer üreten olmak, ülkemiz için, milletimiz için, özellikle bu zamanda çok önemli diye düşünüyorum. Bu dünyadaki en önemli, en değerli şey hayattır. Kısıtlı, limitli bir hayatımız var. Onu nasıl yaşadığımız çok önemli. 30-40 yıl boyunca koşabildiğimiz kadar hırslarımızın peşinde koşmak mı; yoksa gerçekten hayatın her alanını bir değer ifade ederek, farkında olarak yaşamak mı? Bence bu noktaya dikkat etmek gerekir.

Multidisipliner alandaki çalışmalar konusunda ülkemizde bazı sıkıntılar olduğundan bahsediyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Multidisipliner alan dediğimiz, şu anda değer üreten, katma değeri yüksek ürün üreten ülkelere baktığımızda, biz bugün yüzlerce hektarlık tarlaları ekiyoruz, oradan aldığımız buğdaylar veya çeşitli ürünlerin dünyada belli bir değeri var. Hep değerlerden bahsediyoruz ya, ama diğer bahsettiğimiz ülkelerle, ufacık, belki nanometre boyutunda üretilen bir parçanın katma değeri, dünya için değeri, bizim o kadar çalışıp çabalayıp ürettiğimiz, emek verdiğimiz şeyin binlerce katı. Bu noktada biz, bilim anlamında, teknoloji anlamında gerçekten ilerleyen, potansiyeli olan; ama geri kalmış bir ülkeyiz. Bunun farkına varmak çok önemli. Bunun farkına vardıktan sonra, biz, o ilerlemeyi nasıl sağlayabiliriz, o gelinen noktalara nasıl gelebiliriz? Şu anda kişisel anlamda yapılan çalışmalar önemli; ama şu anda çok büyük bilim kuruluşlarının, şirketlerin çalışma mekanizmalarına baktığımızda, birkaç farklı temel bilimi bir araya getirip, interdisipliner, yani disiplinlerarası multidisipliner bir yaklaşımla çeşitli kompleks problemleri ele alıp ve bunlara gerçekten güzel çözümler üretiyorlar.

Bu çözümler noktasında bizdeki eksiklik şu: Bilim anlamında biraz daha bencil, bireysel bir toplumuz. İnsanların yaptığı çalışmaları paylaşma, geliştirme, ortak olma noktasında çekinceleri var diyelim en kibar tabiriyle. Bunları aşmamız önemli. Bugün, tıp alanında, Teoman Hocamla oluşturduğumuz bir Akıl Birlikteliği Platformu var; çeşitli mühendislik fakülteleriyle birlikte, anabilim dalı başkanları, matematik, uygulamalı matematik, geometri, fizik, sanat tarihi, kimya, biyomühendislik, bu alanlardan gelen hocalarımızla aylık bir toplantı dâhilinde bir araya gelip, çeşitli problemlerimizi masaya yatırıp, bir beyin fırtınasıyla neler yapabiliriz, nasıl çözümler üretebiliriz şeklinde projeler ve çalışmalar üretiyoruz. Bu noktada, ülkemizin gerçekten yol kat etmesi gerekir. Artık en verimli olan çalışmalar bu şekilde ortaya çıkıyor. Bugün çok büyük teknoloji şirketlerine baktığımızda, 100 kişiden oluşan bir bilim kurulu, çalışma ekibi, Ar-Ge ekibi var ve bunların içerisinde, biyolojisinden tutun, temel bilimlerde, matematik, fizik, tıp gibi alanların bir araya geldiği, herkesin birbirinin dilinden az çok anladığı; ama kendi spesifik alanına hâkim olduğu ve ortak projeler ürettiği bir platform. Gerçekten bilim camiamızın bu noktada gelişmesi, daha çok irtibat hâlinde olması gerekir. Bu nasıl olur? Biraz da aslında insanların günlük konuştuğu konuların, mevzuların bilim olmasıyla alâkalı. Ülkemizde en çok konuşulan konular arasında, spor, ekonomi, politika, siyaset geliyor. Bu her iş alanında öyle. Belki bunların birazcık aşılması önemli. İki farklı alandan çalışma yapan insanlar bir araya geldiğinde, belki kendi çalışma alanlarından bahsedip ortak bir şeylere varmaları önemli diye düşünüyorum. Ama ortak olarak bulduğumuz konular genellikle gündem konuları oluyor. Ondan dolayı bizde, bilim birazcık sekteye uğruyor.

İnşallah, çok çok daha güzel şeyler olur, çok daha güzel çalışmalar üretilir.

Teşekkür ediyoruz.

Ben teşekkür ederim, çok çok sağ olun.

You may also like...

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *